Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun “Ankara” adlı romanı; Cumhuriyet Türkiye’sinin ilk dönemlerini konu alan bu roman farklı kişilerin gözünden milli mücadele ruhunu anlatmaktadır. Yazar, Milli mücadele döneminin Ankara’sının içinde bulunduğu sosyal, kültürel, siyasi yapısını ve toplumun yaşayışını kitapta 3 ana bölümle ele almıştır. Kitabın olay örgüsü İstanbul’dan Ankara’ya gelen Selma Hanımın gözünden anlatılır.
Selma Hanım ve kocası Nazif Bey’in Ankara'ya gelmek istemelerindeki en büyük amaç bir kurtuluş ümidi aramalarıdır. Diğer insanlar gibi onlarda İstanbul’un işgal altındaki halinden kaçıp kurtulmak için en ideal yerin Ankara olduğunu düşünüyorlardı. Artık milli mücadele ruhunun Ankara’da attığını, İstanbul’un eski merkeziyetçilikten uzaklaşmış olduğunu ve toplumda yeni bir beklenti ve ümit vari bir yer olduğunu görüyoruz Ankara’nın.. Ankara artık milli hareket kahramanlığının kalbinin attığı bir şehir olmaya başlamıştı. Ankara’daki insanların çoğunun soydan gelen saygınlıktan ziyade toprak ve mal zenginleri olduğunu anlıyoruz. Toplumun ekonomik yapısının savaş zenginlerinin oluşturduğunu görüyoruz. Bir diğer belirgin özellikte taarruz Ankara’ya yaklaştıkça Ankara’nın da diğer şehirlere göç vermeye başladığını anlıyoruz. Ankara milli hareketin ideal kentiyken insanların korkarak başka şehirlere göç etmesini de fark ediyoruz. Milli hareket duygusuyla yanan insanların desteklerini göstermek için gönüllü olarak hastanelerde cephelerde çalışmak istediklerini anlıyoruz. Ankara’nın siyasi ortamının bu yönüne tanıklık ediyoruz. Zafer haberi geldiğinde yazar Ankara insanının diğer insanlara göre sevinçlerini daha iç dünyalarında yaşadığını, bütün Ankara’da gösterişsiz sevinmenin olduğundan bahseder. Minvalde Ankara toplumunun içe kapanık olduğunu, İstanbul’dan farklı bir kültüre sahip olduğunu anlıyoruz.
Sakarya muharebesinin galibiyetle sonuçlanması ve cumhuriyete geçiş dönemini konu alır. Avrupalılaşan insanlar boy göstermeye başlamıştır. Batılılaşmayı ve Avrupalılaşmayı yanlış anlayan ve kendine göre yorumlayan insanlar, Avrupa hayat tarzını kendilerine ölçü almaya başlamışlar ve minvalinde yanlış batılılaşma ortaya çıkmaya başlamıştır. Yazar bu konuyu, Ankara’da yaşayanların önemli bir bölümü özellikle bürokrat ve aydınların Atatürk inkılaplarını yanlış yorumladıklarını görürüz. inkılabı, herkes kendine göre yorumlamıştır. Hatta şeyhlerin bile tavırlarının değiştiğini görürüz. Geçiş dönemindeki çağdaş yaşamın balolarda, çaylarda boy göstermek olduğunu ve birbirleriyle bir yarış içine girdiklerini anlıyoruz. Bununla birlikte toplumun elit kesiminin kendilerine yabancılaştığını ve bunu olağan bir şey gibi göstermeye çalıştıklarını fark ediyoruz. Milli mücadele ruhunu kaybeden insanların olduğunu görüyoruz artık toplumdaki birlik ve beraberliğin kalmadığı, insanların bireysel ihtiyaçlarının öne çıktı bir döneme girilmiştir. Artık düşünce halk algısından ziyade birey algısına dönüşmüştür. Öte yandan Ankara halkının bir bölümü lüks, sefahat içinde yaşarken diğer bölümü hala ihtiyaçlarını bile karşılayamayan insanlardan oluşmaktadır. Bir bölümü Avrupalı adetlerin yaparken diğer bölümü hala köylülerden ve yerlilerden oluşmaktadır burada toplumun ikiye ayrıldığını ve arada bir uçurumun doğmaya başladığını göstermiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarında Ankara, yalnız insanlarıyla ve hayat tarzı ile değil, mimari ve evlerin iç dekorasyonu ile de Avrupaî tarza uygun olarak değişiklik gösterir.
Bu bölümde cumhuriyetin ilanından sonra yaşam tarzının biraz daha değiştiğini, Batılılaşmanın bir eğlence tarzı olmadığını, bilimsel gelişme, değişme ve işletme gücü olduğuna hemfikir olan insanların da varlığından bahsediyor yazar. Öte yandan cumhuriyetin kurucusu olan Gazi Mustafa Kemal’e insanüstü bir özellik ve güç yüklendiğini görüyoruz. Halkın hayranlığını belirten cümlelerle Gazi’nin adeta ilahlaştırıldığından bahsedebiliriz. Kitabın bu bölümünde daha çok cumhuriyet ve Gazi hayranlığı dile getirilmiştir. Bunun yanı sıra Ankara’daki kültürel faaliyetlerin –devlet tiyatro ve operasının açılışı- spor müsabakalarının arttığını görüyoruz. Artık Türkiye’nin kalbinin attığı yer Ankara olmaya başlamıştır. Türkiye kalkınma yolunda ilerlemektedir. Türkiye’deki hayat tarzı değişmektedir. Kadınların eğitim, sanatsal ve iş alanlarında yer aldıklarını daha aktif rol oynadıkları dönemler başlamıştır. Bunun dışında Türk kavramı daha çok ortaya çıkmıştır. Milliyetçilik ve Kemalizm ön plandadır.
3 Ocak 2017 Salı
Yağmuru Beklerken
Tarık Buğra’nın “Yağmur Beklerken” adlı romanı, Cumhuriyetin ilk çok partili denemesi olarak Serbest Fırkanın siyasetin ve halkın seçenekleri arasına dâhil edilmesini, 1930‘ları ve Serbest Fırkanın kuruluşunu anlatan bir romandır ve Tarihi roman olarak nitelendirilebilir. Romanın ana kahramanı Rahmi’nin istemeyerek de olsa serbest fırkaya katılışını ve dönemin sosyo-politik yapısını onun gözünden inceliyoruz.
Yazar bu romanda “yağmur” temasını hem gerçek anlamda hem de metafor olarak kullanmıştır.
Ülkenin büyük bir ekonomik kriz ve kuraklık içinde olması yöre halkını hem psikolojik hem de sosyal anlamda etkilemiştir. Bunun üzerine yağmur herkese bir umuttur. Bu bunalım dönemine gelen serbest fırkanın kurulma tartışmaları da halka bir umut vermiştir çünkü halk bir kurtuluş yolu aramaya başlamıştır. Serbest Fırkanın kuruluşu ve halkın Serbest Fırkadan beklentilerini de bir tür yağmura benzeterek yağmuru bir metafor olarak kullanmıştır. Halk, Cumhuriyet Halk Fırkasının yaptığı usulsüzlüklerden, alınan haksız vergilerden kurtulmak için Serbest Fırkayı beklenen bir yağmur olarak görmüştür. Zaman, tek bir partinin iktidar olduğu “Tek Parti” dönemidir ve parti, halktan alacağı vergi miktarını dilediği şekilde belirlemektedir. Parti temsilcileri kimi zaman büyük haksızlıklar yapmakta bu da halkın tepki göstermesine neden olmaktadır. Yeni fırkanın kurulması düşüncesi halkı ikiye bölmeye başlamıştı ve bu bölünme gerek toplumun gerekse gelecek günlerin habercisiydi.
Romanda gördüğümüz bir başka ayrıntı da fırkanın halkın ileri gelenleri, okumuşları ve aydınları tarafından kabul edilip, halka rehberlik yapma görevini vazife olarak hatta mecburiyet olarak görmelerine tanıklık ediyoruz. Çünkü dönemin halkının cahil olduğunu ve başına gelen- gelecek- şeyleri kabulleneceğini ve ses çıkarmayacaklarını “(…) idrak edemedikleri ihtiyaçları da vardır. Halk onları, ancak toprağın yağmuru bekleyişi gibi bekler: Dilsiz, kelimesiz, aksülmelsiz. (syf105)” cümlelerinden anlıyoruz. Halk yağmur için dua ederken, aydınlar da fırka için halkla konuşmalı bir nevi dua etmelidir.
Fırkanın kurulması ve belediye seçimlerinin yaklaşmasıyla halkta farkındalığın uyanmaya başladığını görüyoruz. Halk artık gazete okumaya ve gündem yakından takip etmeye başlamıştır bu sayede okur oranları artmış ve insanların meselesi haline gelmiştir. Kitabın 7. Bölümünde gördüğümüz tartışma da ismet paşanın yüceltildiğini, eşi bulunmaz büyük kurtarıcı olarak görüldüğünü anlıyoruz. Fırkanın kurulması ismet paşaya karşı gelmek olarak algılanıyor. Öte yandan İsmet Paşa artık sevilmiyor ve desteklenmiyordu. Fırkanın kurulması ve insanların seçimleri, beklentileri insanların hükümete karşı tavrını da belli etmişti. Yeni bir parti, yeni bir dönem herkesin istediği bir şey haline gelmiş bir umut olmuştur. İnsanlar mevcut sistemi tam oalrak onaylamamakta ve eleştirmektedir, istenilen şey bu gidişata dur demek ve sistemin değiştirilmesidir. Bu gidişatın farkında varan “Ankara” bunu durdurmuş ve hemen önlem almış fırka belediye seçimi sonrası kapatılmıştır.
Ekinlerin olgunlaştığı dönemde gelen yağmur, rahmet, bereket olarak görülmemiş hüsrana dönüşmüştür. Serbest fırkanın kapatılması da halka zarar vermiş ve beklenileni karşılamamıştır.
Yazar bu romanda “yağmur” temasını hem gerçek anlamda hem de metafor olarak kullanmıştır.
Ülkenin büyük bir ekonomik kriz ve kuraklık içinde olması yöre halkını hem psikolojik hem de sosyal anlamda etkilemiştir. Bunun üzerine yağmur herkese bir umuttur. Bu bunalım dönemine gelen serbest fırkanın kurulma tartışmaları da halka bir umut vermiştir çünkü halk bir kurtuluş yolu aramaya başlamıştır. Serbest Fırkanın kuruluşu ve halkın Serbest Fırkadan beklentilerini de bir tür yağmura benzeterek yağmuru bir metafor olarak kullanmıştır. Halk, Cumhuriyet Halk Fırkasının yaptığı usulsüzlüklerden, alınan haksız vergilerden kurtulmak için Serbest Fırkayı beklenen bir yağmur olarak görmüştür. Zaman, tek bir partinin iktidar olduğu “Tek Parti” dönemidir ve parti, halktan alacağı vergi miktarını dilediği şekilde belirlemektedir. Parti temsilcileri kimi zaman büyük haksızlıklar yapmakta bu da halkın tepki göstermesine neden olmaktadır. Yeni fırkanın kurulması düşüncesi halkı ikiye bölmeye başlamıştı ve bu bölünme gerek toplumun gerekse gelecek günlerin habercisiydi.
Romanda gördüğümüz bir başka ayrıntı da fırkanın halkın ileri gelenleri, okumuşları ve aydınları tarafından kabul edilip, halka rehberlik yapma görevini vazife olarak hatta mecburiyet olarak görmelerine tanıklık ediyoruz. Çünkü dönemin halkının cahil olduğunu ve başına gelen- gelecek- şeyleri kabulleneceğini ve ses çıkarmayacaklarını “(…) idrak edemedikleri ihtiyaçları da vardır. Halk onları, ancak toprağın yağmuru bekleyişi gibi bekler: Dilsiz, kelimesiz, aksülmelsiz. (syf105)” cümlelerinden anlıyoruz. Halk yağmur için dua ederken, aydınlar da fırka için halkla konuşmalı bir nevi dua etmelidir.
Fırkanın kurulması ve belediye seçimlerinin yaklaşmasıyla halkta farkındalığın uyanmaya başladığını görüyoruz. Halk artık gazete okumaya ve gündem yakından takip etmeye başlamıştır bu sayede okur oranları artmış ve insanların meselesi haline gelmiştir. Kitabın 7. Bölümünde gördüğümüz tartışma da ismet paşanın yüceltildiğini, eşi bulunmaz büyük kurtarıcı olarak görüldüğünü anlıyoruz. Fırkanın kurulması ismet paşaya karşı gelmek olarak algılanıyor. Öte yandan İsmet Paşa artık sevilmiyor ve desteklenmiyordu. Fırkanın kurulması ve insanların seçimleri, beklentileri insanların hükümete karşı tavrını da belli etmişti. Yeni bir parti, yeni bir dönem herkesin istediği bir şey haline gelmiş bir umut olmuştur. İnsanlar mevcut sistemi tam oalrak onaylamamakta ve eleştirmektedir, istenilen şey bu gidişata dur demek ve sistemin değiştirilmesidir. Bu gidişatın farkında varan “Ankara” bunu durdurmuş ve hemen önlem almış fırka belediye seçimi sonrası kapatılmıştır.
Ekinlerin olgunlaştığı dönemde gelen yağmur, rahmet, bereket olarak görülmemiş hüsrana dönüşmüştür. Serbest fırkanın kapatılması da halka zarar vermiş ve beklenileni karşılamamıştır.
Sevgi SOYSAL'ın "Yenişehir'de bir öğle vakti romanı"
Sevgi SOYSAL’ın “Yenişehir’de Bir Öğle Vakti” adlı romanı 70’lerin Ankarasından çeşitli insan hayatlarının aynı karede fotoğraflanmasıdır. Bir kavağın düşüşü üzerine kurgulanan roman, bir buçuk saatlik olay esnasında orada olan insanların karakterlerine ve düşünce yapılarına eğilmiştir. Soysal burada kavağı bir metafor olarak kullanmıştır. Kavak, sistemi temsil eden bir metafordur ve kökleri çürüdüğü için düşmektedir. Özellikle sınıfsal farklılıkların insanın karakterini, benliğini nasıl etkilediği, sosyal hayatta nelerle karşılaşıldığını yansıtmıştır. 70li yılların Türkiyesinde aile, devlet, ahlak, aşk, kadın-erkek ilişkisi, işçi sınıfının durumu, ve küçük burjuvazilerin nasıl şekillendiğine tanık oluyoruz. Kavak ağacı metaforu genç ve yaşlı kuşak arasındaki değişimi, hükümetin ve yaşam koşulların değişiminin etkilerini yansıtmaktadır.
Kitabın başında tezgahtar Ahmet’in gözünden değişen toplumun alışkanlıkları ve ahlaki değerlerinin değiştiğini görüyoruz. Genç kuşağın artık dışa açıldığını, yabancı filmlere ve müziklere ilgisinin arttığını erkekler de kadınlarda dış görünüşlerine önem vermeye başladığını görüyoruz. Toplumsal kesimlerin farklılıklarının bölge değiştirdiğini de görüyoruz. eski alışkanlıkların, yerini hızla yeni yeme içme ve yaşama biçimine terk etmeye başlamasıdır. Eskiden Ulus’taki kaldırımlarda mallarını satanlar, şimdi Kızılay’ın göbeğinde, sıklıkla görülmeye başlamıştır. Üstelik Ulus’ta alınan mallar değersizleşirken,
Kızılay’daki mağazalardan mal almak, saygınlık ölçütüne dönüşmüştür O dönemde Ulus Halinin yerini süper marketlerin almasını görüyoruz. Genç neslin ailesinin kış için Halden erzak depolamasından utandıkları da aile ve toplumdaki ahlak kuramlarının yavaş yavaş değiştiğini göstermekte. Soysal, kitabında Batılılaşma etkisine de değinmiş ve Kızılayda “sandviççi” “hot dog” dükkanlarının açıldığından bahsetmiştir. Bu bir nevi Avrupa’ya ve Amerika’ya açılan kapıdır. Türkiye halkı Avrupa’nın elinden bu tür yiyeceklerle tutmaya başlamıştır. Bir diğer karakter olan Necip Bey ise Balkan savaşları sonrası göç eden bir aile çocuğu olarak çıkıyor karşımıza. Babasından miras kalan necip beyin parasının tükenmeye başlamasıyla dönemde hayatın pahalılaştığını ve mirasa konarak küçük burjivazilerin varlığını ve Avrupa özentisi bir kesimi görüyoruz.
Ali-Olcay-Doğan karakterine baktığımızda ideolojik ve sınıfsal kimliklerin farklılıklarını daha net görmekteyiz. Kişiler üzerinde işlenen sorunlar 70li yılların insan panoramasını yansıtmıştır. Burjuva sınıfından bireylik sorunu aile yapısının değişmesini ve çocuklara sevgiden çok para verilmesi onların bunalıma itmiş ve ailelerini karşı nefret ve kin düzene karşı da duyulan bir şey olmuştur. Geçmişte Cumhuriyet Halk Partili olmanın kazandırdığı ayrıcalıklı konumdan yaşlı kuşak oldukça memnundur ve aynı şekilde devam etmek ister ama göremedikleri şey kavağın devrilmesi gibidir. Artık o çürümüştür ve sarsılmaktadır ama bu kesim bunu görmek istemez. Aynı zamanda sosyal statülerin önemi ve rolü ortaya çıkmaya başlamıştır bu yıllarda. Maddi varlık ön plandadır. Bunun dışında işçi sınıfına toplumun kentli kesiminin bakışı ve onlardan uzak duruşu da yansıtılmıştır. Artık insanlar arası ilişkiler bir statü farkına dönüşmüş ve bu şekilde yaşanmaktadır. Bu statü farkının ve işçi sınıfının ezilmişliğini sorunlarını Ali karakteri üzerinden yansıtılmıştır. Doğanın Halka inme çabasının sonuçsuz kalması aradaki uçurum farkını iyice gösterir. Çünkü sadece yorumlayarak insanları tanımadan ve orada yaşamadan halka inmek neredeyse imkansızdır. Ali ise halktır.
Kavak ağacı metaforu, değişen sistemin çöküşünü ve nasıl değiştiğini göstermektedir. Artık ne ağaç ne toplum ne sistem 40 yıl öncesi değildir ve bu değişime ayak uyduramayanlardan biri de kavak ağacıdır. Betonlaşma yüzünden kökünün gidecek yeri kalmaması ve kurumaya başlaması, sistem içinde geçerlidir yaşlı kuşak içinde. Orta ve üst sınıfın sistemden en az zararla sadece bakarak sıyrılması, sonradan zenginleşenlerin sistemi umursamaması ve kavağın toplumun en altında kalan kapıcının üstüne devrilmesi, bu düzende yine en çok zararı toplumun alt ve işçi sınıfının alacağını yansıtmıştır.
Kitabın başında tezgahtar Ahmet’in gözünden değişen toplumun alışkanlıkları ve ahlaki değerlerinin değiştiğini görüyoruz. Genç kuşağın artık dışa açıldığını, yabancı filmlere ve müziklere ilgisinin arttığını erkekler de kadınlarda dış görünüşlerine önem vermeye başladığını görüyoruz. Toplumsal kesimlerin farklılıklarının bölge değiştirdiğini de görüyoruz. eski alışkanlıkların, yerini hızla yeni yeme içme ve yaşama biçimine terk etmeye başlamasıdır. Eskiden Ulus’taki kaldırımlarda mallarını satanlar, şimdi Kızılay’ın göbeğinde, sıklıkla görülmeye başlamıştır. Üstelik Ulus’ta alınan mallar değersizleşirken,
Kızılay’daki mağazalardan mal almak, saygınlık ölçütüne dönüşmüştür O dönemde Ulus Halinin yerini süper marketlerin almasını görüyoruz. Genç neslin ailesinin kış için Halden erzak depolamasından utandıkları da aile ve toplumdaki ahlak kuramlarının yavaş yavaş değiştiğini göstermekte. Soysal, kitabında Batılılaşma etkisine de değinmiş ve Kızılayda “sandviççi” “hot dog” dükkanlarının açıldığından bahsetmiştir. Bu bir nevi Avrupa’ya ve Amerika’ya açılan kapıdır. Türkiye halkı Avrupa’nın elinden bu tür yiyeceklerle tutmaya başlamıştır. Bir diğer karakter olan Necip Bey ise Balkan savaşları sonrası göç eden bir aile çocuğu olarak çıkıyor karşımıza. Babasından miras kalan necip beyin parasının tükenmeye başlamasıyla dönemde hayatın pahalılaştığını ve mirasa konarak küçük burjivazilerin varlığını ve Avrupa özentisi bir kesimi görüyoruz.
Ali-Olcay-Doğan karakterine baktığımızda ideolojik ve sınıfsal kimliklerin farklılıklarını daha net görmekteyiz. Kişiler üzerinde işlenen sorunlar 70li yılların insan panoramasını yansıtmıştır. Burjuva sınıfından bireylik sorunu aile yapısının değişmesini ve çocuklara sevgiden çok para verilmesi onların bunalıma itmiş ve ailelerini karşı nefret ve kin düzene karşı da duyulan bir şey olmuştur. Geçmişte Cumhuriyet Halk Partili olmanın kazandırdığı ayrıcalıklı konumdan yaşlı kuşak oldukça memnundur ve aynı şekilde devam etmek ister ama göremedikleri şey kavağın devrilmesi gibidir. Artık o çürümüştür ve sarsılmaktadır ama bu kesim bunu görmek istemez. Aynı zamanda sosyal statülerin önemi ve rolü ortaya çıkmaya başlamıştır bu yıllarda. Maddi varlık ön plandadır. Bunun dışında işçi sınıfına toplumun kentli kesiminin bakışı ve onlardan uzak duruşu da yansıtılmıştır. Artık insanlar arası ilişkiler bir statü farkına dönüşmüş ve bu şekilde yaşanmaktadır. Bu statü farkının ve işçi sınıfının ezilmişliğini sorunlarını Ali karakteri üzerinden yansıtılmıştır. Doğanın Halka inme çabasının sonuçsuz kalması aradaki uçurum farkını iyice gösterir. Çünkü sadece yorumlayarak insanları tanımadan ve orada yaşamadan halka inmek neredeyse imkansızdır. Ali ise halktır.
Kavak ağacı metaforu, değişen sistemin çöküşünü ve nasıl değiştiğini göstermektedir. Artık ne ağaç ne toplum ne sistem 40 yıl öncesi değildir ve bu değişime ayak uyduramayanlardan biri de kavak ağacıdır. Betonlaşma yüzünden kökünün gidecek yeri kalmaması ve kurumaya başlaması, sistem içinde geçerlidir yaşlı kuşak içinde. Orta ve üst sınıfın sistemden en az zararla sadece bakarak sıyrılması, sonradan zenginleşenlerin sistemi umursamaması ve kavağın toplumun en altında kalan kapıcının üstüne devrilmesi, bu düzende yine en çok zararı toplumun alt ve işçi sınıfının alacağını yansıtmıştır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)